Çocukluğumuzda hepimizin severek izlediği neşeli dağ kızı Heidi’nin hikayesinin altında yatan dramı biliyor musunuz? İşte Heidi’nin çıplak ayakla dolaşmasının nedeni ve İsviçre’nin unutturmaya çalıştığı hikaye…
HABER AĞI- Çocukluğumuzun en masum yanlarından olan Heidi çizgi filmi, bir nesli ekrana kilitlemişti. Heidi’nin temelinde ise aslında çok daha acıklı bir olay, bir insanlık suçu bulunuyor. Twitter hesabı Kapheros’un paylaşımlarıyla yeniden gündeme gelen dramın detayları tüyler ürpertici…
1880 yılında İsviçreli yazar Johanne Spyri tarafından oluşturulan hikaye sonraki dönemde film olarak piyasaya sürüldü.1974 yılında Japonların yaptığı anime ise Heidi’nin ününü günden güne artırdı. Peki Heidi’nin neden ayakkabısı yoktu, yaratıcısı Heidi karakteri için nereden esinlenmişti?
İsviçre’de refah düzeyi pek çok ülkeye göre oldukça yüksek. Ama bu ülkenin geçmişi aslında karanlık sayfalarla dolu. Bu karanlık geçmişe dair bir iz de Heidi çizgi filminde gözler önüne seriliyor. Çizgi filmde Heidi’nin ayaklarının çıplak olmasının bir nedeni var.
Orjinal hikayenin yaratıcısı Johanna Spyri, 53 yaşındayken yazdığı Heidi yoluyla, 80’lere kadar İsviçre toplumunda konuşulması tabu kabul edilen çıplak ayaklı çocuklar hadisesine dikkat çekmiştir. Heidi’nin gerçek hikayesi Verdingkinder diye anılan çıplak ayaklı çocuklar amiyane tabirle köle çocuklar ile başlıyor.
İsviçre’de 1789 yılında 14 yaşından küçük çocukların fabrikalarda çalışmaları yasaklandı. Ancak bu çocukların sömürülmesine engel olmadı ve İsviçre’de 18. yüzyılın sonundan 20. yüzyılın başlarına kadar çocuk sömürüsü için bir alternatif bulundu.
18. yüzyılların sonunda İsviçre’de boşanan, devlete borcu olan ailelerin çocukları ile ailesi vefat eden ya da suç işlemiş olan çocuklar devlet gözetimiyle başka ailelerin yanına veriliyordu. Çocuklar çiftliklere çalıştırılmak üzere satılıyordu.
Çıplak ayakla gezmek zorundaydılar
Köle olan çocuklar ağır işlerde çalışıyor, düzgün beslenemiyor ve ahırda yatıyorlardı. Hatta diğer çocuklardan ayırt edilmeleri için çıplak ayaklı olarak gezmek zorundaydılar.
Çocuklar satın alındıklarından itibaren onları satın alan kişinin vesayetinde sayıldıkları için, başlarına gelen dayak, işkence, taciz ve hatta tecavüz vakalarıyla hiç kimse ilgilenmezdi.
Çünkü bu çocuklar toplumun gözünde iyi bir ailenin yanına yerleştirilerek kurtarılmış sorunlu çocuklardı ve şikayet etmek yerine kurtarıldıkları için sadece minnettar olmalıydılar.
Ahırda hayvanlarla yatıp kalkmaya layık görülen, çuvaldan elbiseleriyle sadece ekmek yedirilen bu çıplak ayaklı çocuklar uzun yıllar boyunca İsviçre halkı tarafından kanıksandı.
Tecavüz raporu görmezden gelindi
Rus bir doktor çalıştırıldığı çiftlikte ağır derece şiddet ve tecavüze uğrayan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden bir çocuk için resmi bir rapor hazırladı fakat bu rapor da diğer tüm çirkin olaylar gibi görmezden gelindi. Yerli doktorlar bu vakaları örtbas ediyor, devlet yetkilileri üstünü kapatıyordu.
Kadın örgütleri, partiler ve sendikalardan da tepkiler gelmişti. Kendisi de bir “verdingkinder” olan yazar Carl Loosli “Susmuyorum” şiarı ile yazdığı kitaplarıyla mücadelede yerini almıştı.
Yatağını ıslattığı için yemek verilmezdi
Bu çocukların çoğunun şiddete ve cinsel tacizlere maruz kaldığını konuyla ilgili röportaj veren Verdingkinder’lerden öğreniyoruz. Walter Steck “verdingkinder” olarak istismara uğrayanlardan. “Yatağımı ıslattığım zamanlarda bana yemek vermezlerdi ki uzun zaman ıslattım. O zamanlar hep aç kalırdım” diyor Steck.
Annesi ve babası toplum düzenine uymadığı öne sürülerek alınıp bir bakıcı aileye veriliyor.
Daha beş yaşında tarlada çalışmak zorunda kalıyor. “Hiçbir zaman sofraya onlarla birlikte oturamazdık. Yemeğimizi ayakta lavabonun başında yemek zorunda kalırdık. Her zaman ayakta yerdik.“
Annesinin tecavüze uğramasıyla doğdu
Charles Probst 79 yaşında. Annesinin “çıplak ayaklı çocuk” olarak yanında çalıştığı çiftçi tarafından tecavüze uğraması sonucu doğmuş. Başka bir bakıcı aileye verilmiş.
Annesinin kaderi onun da geleceği olmuş. Yıllarca saat dörtte kalkarak ot biçmiş, ahırda yaşamış, yıllarca dişlerini fırçalayamamış, iç çamaşırı olmamış, hasta olduğunda doktora götürülmemiş. Cinsel istismara uğramış. Sabahları verilen kuru ekmeği soğuk suya batırarak yemek zorunda kalmış.
İsviçreli Fotografçı Paul Senn, bu konuda yıllarca İsviçre’yi dolaşarak çektiği fotoğraflardan sergi oluşturmuş. Sergiyi izleyenlerin ziyaretçi defterine yazdıklarından bazıları ;
“Ben de bir Verdingkinder idim. Ama çok geç kaldınız.”
“Bakıcı babamın yıllar sonra gazetede ölüm ilanını görünce gazeteyi parçaladım.”
“Bunlar bizim özgür ve zengin ülkemizde mi olmuş? Çok üzgünüm.
“67 yaşındaki eşimin neden çocukluk ve gençlik yıllarından hiç söz etmek istemediğini şimdi anlıyorum.”
Tek film Der Verdingbub
Verdingkinder denilen bu kölelik sistemi, 1981 yılına kadar tam olarak yasaklanmadı.
İsviçre devletinin şuan bazıları hala hayatta olan bu insanlardan resmi olarak özür dilemesi ise ancak 2013 yılında mümkün oldu. Bu konu ile ilgili çekilen tek film 2011 yapımı
Der Verdingbub. Bu gerçeği yaşamış on bine yakın insanla yapılan röportajlardan doğan senaryo, Markus Imboden tarafından çekildi. Film, o zamana kadar suskun yaşayan pek çok insanın konuşmasını sağladı.
Albert Anker’in resimleri yansıttı
Ünlü ressam Albert Anker İsviçre yaşamını yansıttığı tablolarında çokça bu çıplak ayaklı çocuklara yer verir. Tahminlere göre, 20. yüzyılda 150.000 ila 500.000 arasında İsviçreli çocuk, genellikle dört veya beş yaşından büyük olmamakla birlikte, vesayet tarafından çiftliklerde koruyucu ailelerin yanına yerleştirildi. Heidi, İsviçre’nin toplumsal tarihinde hatırlanmak istenmeyen bir gerçeğin simgesidir.